14 Mart 2017 Salı

Zaferler Vitrinlerde !


Oturdum düşündüm yaptıklarımı, yap-a-madıklarımı, tarhana çorbasını, zeytinyağlı barbunyayı, yanına gidecek salatayı. Gereksiz çarşafları, gerekli muşambayı, can sıkan detayları. Perdenin kornişten çıkarak sallanan düğmesinin adının rulet olmasını, puzzle'ımın kayıp parçasını. Evdeki rutubeti, banyodaki böceği, bahçedeki çöp poşetini. Ayakkabımdaki çamuru, iş yerimdeki sorunu, insanlardaki mutsuzluğu. Arkadaşımın uyuşan sol kolunu, hasta çocuğunu, bankalara olan borcunu...

Sonra halıya uzandım, öylece sabit tavana baktım, belki de yapamadıklarım yaptıklarımın teminatıydı ama bunu uzanınca anlamadım. Belki de doğrulurken vazgeçmeliydim yapamadıklarımın ve mazinin  hayıflanmalarından . Belki de hayat bazen , bazı şarkılar gibi lüzumundan fazla güzeldi  …


“Ne de zor oluyor aradıklarımı bulmam …”

1 Ekim 2016 Cumartesi

Lanetli Bir Adet Çiçek Kasesi


Zamanın birinde romantik bir jestin parçası olarak geldi evime. İçerisindekiler kuruyunca yıkadım , hunharca kullanılmasın diye ,çalışma masamın üzerine koydum. benim canım kasemdi.

Önce babam dadandı kaseye. bu neden burda duruyor ,dedi aldı salona götürdü, geri getirdim (daha doğrusu getirdiğimi zannediyordum ama aslında kendi geliyormuş). o  bizim değil geri gidecek karışmasın diye ayırdım dedim ,bu sefer de tutturdu Mustafa’nın kasesi bu, ben bunu geri vereceğim diye. Yav değil Mustafa’nın rahat bırak kasemi falan dedim gitti . Sonra eve gelenler dadandı kaseye ,aa bunu şöyle değerlendir içine incik boncuk koy filanlar başladı .

Neyse uzatmayayım aradan baya güzel günler, o kadar da güzel olmayan günler ve bir takım ağlamalı kusmalı ayinli günler geçti ve kase artık sadece bir kaseydi, dolayısıyla içip içip küfrettiğim bir gün elimde yakacak fotoğraf falan olmadığı için kaseyi çöpe attım, ve sızdım. 

Sabah kase başımdaydı. 

Yorganı burnuma kadar çektim, vay babanın kemikleri şeklinde ilkel küfürler eşliğinde başladım , meğer babaannem gelmiş, yanlışlıkla atıldı zannedip yıkayıp temizleyip koymuş geri yerine. yok babaanne dedim atıyorum bunu ben kase yok artık. Attım geri. 

Ertesi gün kase mutfaktaydı..

Yahu dedim dalga mı geçiyorsunuz attım işte , koduğum…n  kasesini kim getiriyor bunu, dedim ordan babaannem yarın bir gün kullanırsın  diye şeyettim dedi. Tamam kalsın da ,niye kalsın neyse dursun uğraşamam dedim  .

Aradan aylar geçti, bir ton şey yaşandı , yazlığa bir takım eşyalar gitmiş  ev bomboşken geride sadece o kase kalmış gibi buna da 70 küsür km yol katettirmişler ve yeni evinde belirdi.

Yazlığa gittim neyse dedim. olgun bir birey gibi koydum köşeye, anlamı yok zaten artık dedim. Sıradan bir kase, dursun. 

Fakat kase sahibinin hamleleri bitmemişti, anılarımı dahi halletmenin bir yolunu bulmuştu. Bir süre sonra ben kendimi tekrar depresyonda buldum ve terapimin bir parçası olarak kaseyi bahçeye gömdüm, bildiğin toprak attım üstüne. ellerimle toprak attım. Delirtti çünkü artık. 

Kase sadece dört gün sonra  yazlıkta bahçivanın ellerindeydi. 

Secde ettim. 
Af diledim. 
Sekiz sezon supernatural izledim. 
Sonra aldım kaseyi karşıma konuştuk biraz. sorun neydi, neden böyle oldu.
 “Benim suçum yok manyak, ben kaseyim” dedi, “haklısın”   dedim. 


En son aldım yıkadım Allah affetsin kullanıyorum da artık. Benim canım kasem çünkü…

1 Eylül 2016 Perşembe

İşte İşin Ederi ve Oluru ;Eylül Ezgilemesi

Bu sene biraz zor geçti. Belki de onunla ilgilidir bu evden çıkmak istemeyişim ,benim için 50 yılda bir meydana gelen inanılmaz bir  doğa olayı hâline gelmesi. Immm siz Türkler nasıl diyor , match etmiş, taşlaşmış, 6000 yıl önce yazılmış çivi yazılı tabletlere dönmüş ve hiçbir şekilde bazı şeyler değiştirilemiyor dediğim noktalar ,virgüller ,,,

*Yılda bir kez iki damla suyla yaşayabilen, hattâ toprağından söküp öylece bırakınca bile ölmez denilen kaktüslerim yaşamadı.
*Uzun uzun yazılan mesajlara çok fazla ":)" dan ibaret geri dönüş yaptım belki , kelimesiz kaldım …
*Aldığım abur cuburlar bir kez olsun "buradan açınız" yazan yerlerden açılmadı.
*Çok fazla "demiştim" dedim .

 Peki tüm bunlar beni dış dünyaya küstürüp evde kendi yarattığım dünyada yaşamaya itmiş olabilir mi? Tabii ki hayır. Yeni imajım için kontrabas öğreniyorumdur belki , simbiyotik yaşamaktan inzivaya çekilip şarkıcı Çelik’e dönüp çok anlam yüklüyorumdur , neden olmasın !

Ama mecbur çıkıyorsun dışarıya döngü şöyle işliyor ,  Varan 1 :ATM  , arabayla mı gitsem acaba diye düşünürken bir baktım Atm'ye gelmişim zaten. Işığa alışmadan eve geri dönmek için hızlı da yürüyünce 10 saniye içinde atm'nin önünde uzayıp giden kuyruğa eklendim.

ilk sırada bir elinde telefon bir elinde bankamatik kartıyla her hareketi "yapamıyoruuuğğmm" diye bağıran, işini bankamatikle konuşarak çözmeye çalışan yaşlıca bir amca vardı. Bizler için olmasa bile bu insanlar için insanlarla iletişim kurabilen, duyguları olan robotlar yapsınlar istiyorum. Varsın dünyayı ele geçiren süper akıllı robotlar olmasın, varsın sadece makinelerle konuşup anlaşılmayı bekleyen yaşlı teyzelerin, amcaların işi görülsün. I have a dream :)

Rahat bir yarım saat sonra sıra bana geldi. Bankamatik paralarımı aldı. Mutlu mutlu mırıldandı, biraz titredi, işler iyice tuhaflaşmaya başlayınca  bankamatikle bu mahrem anlarında göz temasını kestim. Sonuç olarak paralar artık benim değildi. İşe gitmek için araba almak için işe giden bir kapitalizm kölesiydim. Çarklar falan biliyorsunuz .Bu yozlaşmış sisteme olan öfkem marketin kahvaltılık reyonuna kadar sürdü, kuzu gibi yan yana yatan dil peynirlerini görünce tamamen kayboldu. Kahvaltılık reyonunda öfkeye yer yok. Kahvaltılık reyonunda hepimiz kardeşiz.

Sonrasında dualar eşliğinde eve döndüm. Kime dua ettiğimi bilmesem de kabul edilmiş olacaklar ki , “sağlık olsun” diyip döndüm ,bedenen kendimi dışarıya çıkarsam da ruhen bir süreliğine ev inzivasına çekildim.

Sevgili Dostlar , fakültelerde birinci sınıftan itibaren egoya giriş (ego101), insanları böcek gibi görmenin temelleri, küçümseme teknikleri falan gibi dersler veriliyor sanırım. Var böyle bir müfredat bence yoksa bir aydınlanmalıyım  .Ego101’den muaf herkesle yeni sayfalarda  , üretilen her noktada bir araya gelebiliyorken ,


Kendinize çok iyi bakın, sevgiler.


4 Ağustos 2016 Perşembe

Sonu güzel Bitiyordu Başladığım Hikayenin ?

"Saçmalama, bir defter bitti diye ağlanır mı? " diyordu bir yanım. Ancak gözyaşlarıma söz geçiremiyordum. 

Son bir haftanın yoğun stresi üzerine tuz biber oluyor ruhumun bütün karanlıkta saklanan enkazı gün yüzüne çıkıyordu. Ne tuhaftı olan biten; bir rüya veya bir kabus ,belki  de her şeyden az hiç bir şeyden biraz fazla... 

Hayat, son gördüğüm rüyadaki gibi okyanusun içinde dev bir kurbağa balığı gibiydi. Ve benim en büyük korkum bu kurbağadan siğil bulaşmasıydı. 

İlk defa bir papatyaya değil bir sayfaya daha ihtiyacım var. Keşke bir yaprak daha olsa da onu da uçak yapsan ...

Bitti! 

12 yıldan daha fazla oldu birlikte maceramız. Nereye gitsem yanımdaydı. Her şeye rağmen gerçekleşmedi kehanet. Sanki bundan sonram koyu sessizlik.

Ağlayabilmek ne hoş, bir sehrin ışıklarından yıldızları seçemiyor olsan da... 

Bazı "de"ler "da"lar ayrı yazılır. Bazen "ki"ler de ayrı yazılabilirler. Oysa çok kolaydı ayırt etmek ama  say ki  hiçbir şeydik bağlanmadık …

Bazı fotoğrafların bazı anların öldüğünden de haberi yok,

Yarın mı?

Sonsuzluk ve bir gün kadar.


28 Mayıs 2016 Cumartesi

Kız Sen İstanbul'un Neresindensin ?


Her geçen gün kendimi biraz daha geliştiriyorum bu konuda.

İlk zamanlarda "baban nereli?", "babanın babası nereli?", "peki ya onun babası nereli? Anlatsana  biraz." gibi sorulara bıkmadan usanmadan cevap verdim. Hatta çok sorulmasa da annemin, annemin babasının dahi doğum yerlerini öğrenip sorulursa söylemeye hazır bir şekilde, benimle bir şekilde hemşehri çıkmaya çalışan amcalara karşı adeta sözlüye kaldırılmış bir öğrenci gibi ezbere cevap verdim. Bu kulaklar "daha daha nerelisin?" diye bir cümle duydu, var mı ötesi?

Baba tarafımın köken Arnavut , anne tarafımın Beyrut cevapları kesmedi …

Daha sonraları doğum yerimi söyleyerek savuşturmak istediğim bu sorular bana "baban nereli  yani ?", "deden nereli? tam olarak nereden gelmiş?" olarak geri döndü. Bir süre sonra soyağacımın köklerine inmek için sorulan sorulara "niye sen jeneolojist misin kardeş" diyerek, mavi ekran verir oldum.

Bir dönem annemin doğum yeriyle babamın doğum yerini haritada işaretleyip bir doğruyla birleştirmek suretiyle tam orta noktasına denk gelmese de Konya'yı kendime memleket belledim. Lakin bu da ardı arkası kesilmeyen büyük büyük dedelerimin nerede doğduğu, nerede yaşadığı merakını geri püskürtmeye yetmedi.

 Bir başka dönem Barış Abi'nin “ hemşerim memleket nire” şarkısında geçen ve “nerelisin” sorusuna verilebilecek en güzel cevap olan "bu dünya benim memleketim "i  kendime cevap olarak seçtim. Deli muamelesi yaptılar.

 Bana nerelisin diye sormayın arkadaş. Bana pi sayısının 6857213. basamağını sorun. Bana dünya neden yuvarlak diye sorun. Bilinen en uzak yıldız ne kadar uzak diye sorun . Sallasam tutar belki ...

 

2 Nisan 2016 Cumartesi

Çok Güzel Yapmışsın , Hata mı O ?

Unutmadan Söyleyeyim ,

*Ben bazı şeyleri hiç unutmuyorum ...

*Cüzdana nereden ve nasıl geldiği belli olmayan 1 dolar gibi , Yeri  yabancı. Kurum başka.Gereksiz hissetmenin nasıl bir his olduğunu bilirsin ...O zaman  dolapta çürüyen sebze gibi , zamanla çürümenin ne demek olduğunu da  bilmek lazım , bari sebzelere yapmayın ..

*Beynini ilkokul 1. Sınıf sırası altında unutmuş tiplere laf anlatmaya çalışmak da yoruyor  ,yanlış duraklarda durduruluyorum gibi hissediyorum .

*Her gün dil öğrenebilen robot haberleri görüp , güzel şeylerin hayalini kurup ,g..t..  hangi elle yıkamanın caiz olduğunu tartışırken birbirini bıçaklayan insanların arasında buluyorum kendimi.

*Annem dün “yuvadan uçtuğunu görmek istiyorum artık” dedi. Biz birbirimizin yuvasından  uçalı 10 sene falan oluyor. Belki daha bile fazla, matematiğim iyi değil pek.  Yuva ne bilmiyorum hatta. Yuva denince kuş yuvası, şöbiyet falan canlanıyor gözümün önünde...

* Yapılan her türlü fiziksel aktiviteyi egzersizden saymak  biliyorsunuz ki bir  Türk hastalığıdır.Bulaşık yıkarken 5 kilo verdiğimi iddia ediyorum , “ya olur mu öyle şey “ demeyin ama 15 dakika ayakta duruyorum  en azından 1 kilo, 900 gram birşey vermiş olmam lazım diyorum mesela  . Olabilir mi öyle bir şey,olmasını istiyorum ama ...Sıradaki yalanınız bu sefer de bana gelsin  mi?

 *Tolstoy'un “İnsan Ne İle Yaşar” kitabında cevap yazmıyor arkadaşlar, boşuna okumayın.

*Bir telefon numarası ezberlediğim zaman üzerinden 10 yıl geçse bile unutamadığım için artık  telefon numarası ezberlemiyorum.

*Bazı şeyler , dört farklı  büyüklükte ocağa sahip olup , kısık ateşte pişirmenin hangisinde olacağını bilmemek gibi ...

*İstediğimizde insanları görünmez yapabiliyoruz . Vaaay kimleri göremiyoruum ;)

 

21 Mart 2016 Pazartesi

Zara (r)’nın Neresinden Dönersem Kârdır !



Alışverişe çıkınca herşeye ihtiyacım var gibi hissediyorum , vitrinde mankenin saçına takılan fosforlu  sarı peruğa bile ihtiyacım varmış gibi geliyor . Karşı konulmaz ,adı bile ahenk uyandıran türden , kadın ve erkek kalıplarını mükemmel  tasarlayan mağazalardan birisi, mesela :ZARA .



İşte ben buraya her girdiğimde ,içimde ki kör şeytana “dur,yapma Zara’nın neresinden dönersen kârdır ,hadi çık yanda Penti var git iki çorap al evine git “ diyorum . Bir parça alsam bunun üstüne şu lazım altına terlikle mi çıkıyım canım , diye diye  kabarık bir fiş ile çıkıyorum .

Avm’de mağaza mağaza dolaşmayı çok sevenlerden değilim , bir kumaşı  hiç yarım saat incelemedim , mağazayı baştan sona hızla dolaşıp çıkmayı seviyorum .Kabinde bir şey denemek tam bir azap , bazen giymemek için almadan çıktığım oluyor ,çok üşengecim bir giyen varsa, kızla aramızda 20 kilo bile olsa ben de ona göre karar veriyorum .

Depresyonu alıyormuş, ben denediklerim olmazsa ,uyduramazsam kendimi eze eze çıkıyorum o mağazalardan .Nasıl bir depresyon alma şimdi o ?  Mesela ev eşyaları satan yerler öyle mi ,mutfak malzemeleri vs bayılıyorum onlara ,oyuncak Barbie evler gibi dakikalarca zaman geçirebilirim .

Size “stresimi  alıyor ben de kendimi böyle motive ediyorum” diyen  kadınları da üzmeyin ama . Anlamaya çalışın mesela siz gidin Teknosa’ya o gitsin Boyner’e ,siz gidin tekrar Teknosa’ya o gitsin Accessorize .

Hatta bir dakika ya siz kadınları komple  yıkıp  yerine Avm yapın!

12 Mart 2016 Cumartesi

"Bilmiyorum" ,I don't Know , Je Ne Sais Pas Diyorum ...

Bizim insanımızın kişisel sözlüğünde yer almıyor galiba bu kelime. Türk insanı en çok “bilmiyorum “demeyi bilmiyor. Hayır  bilmiyor zaten de en çok bilmiyorum demeyi bilmiyor. bilmiyorum demektense ölmeyi tercih ediyor.

Meselâ bir filmin hangi zamanda geçtiğini soruyorum, 1530 mu 1830 mu öyle bir şey diyor. Biri 16. biri 19. yüzyıl , o süre zarfında Osmanlı'da bile kaç padişah  değişmiş kaç yıldan bahsettiğinin farkında mısın? Şuraya gidiyorum ne kadar yolum kaldı diyorum mesela, 100 metre mi desem 2,5 km  mi desem öyle bir şey işte diyor. Bilmiyorum demektense ölümüne sallıyor. Bilmiyorum demektense sıkarak doğru cevabı milyarda bir bilme ihtimalini kovalıyor.

Geçenlerde işyerinde  telefonda bilmediğim bir şeyi soruyorlar, hayatımda ilk defa duymuşum “Bilmiyorum “ diyorum ,bilmediğime bozuluyor   o kadar alışık değiliz bu kelimeye .Ne hissettiğim soruluyor , kendime has hislerim var ve  o anda anlatacağım gibi değil “Bilmiyorum “ diyorum  , isteniyor ki yaz ,çiz ,bir bir anlat filan ama olmuyor öyle , olsaydı  ooo...


Ben meselâ bayılıyorum bilmiyorum'a  . Geçen gün bir arkadaşım aradı  “sen visual basic biliyor musun” diye sordu .Bilmiyorum. Hiç bilmiyorum. o kadar bilmiyorum ki ,o ne ,yeniliyor mu o kadar bilmiyorum dedim. siz niye demiyorsunuz? Desenize !

Bazen adımı sorduklarında bile bilmiyorum demek geliyor içimden. Bilmiyorum tüm dillerin en mükemmel kelimesi olabilir. Bilmiyorum deyin ya.

Bilmiyorum.

I don't know.

je ne sais pas.

 Hatta, ich weiss es nicht.

Kesinlikle dünyanın en güzel kelimesidir “bilmiyorum.”

 

Pages

Bumerang - Yazarkafe